Prof. Dr. İbrahim Kaya, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Öğretim Üyesi
GİRİŞ VE GELİŞMELER
Suriye Krizi olarak adlandırılabilecek bugünkü hadiseler esasen 2011 yılının mart ayında Dara’a bölgesinde barışçıl gösteriler olarak başladı ve ülkenin diğer yörelerine yayıldı. Rejim güçleri gösterilere karşı sert tedbirler aldı. Orantısız kuvvet kullanılmaya başlandı. Kısa zaman içinde orduya ait birliklerin ve ağır silahların kullanılması söz konusu oldu.
Kasım 2012’de Suriye Ulusal Koalisyonu (SUK) kuruldu. Aynı tarihlerde ugünlerde çokça konuşulan Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) ülkenin kuzeyindeki bölgede etkili olmaya başladı. Ocak 2014’de PYD üç vilayette geçici bir Kürt yönetimi kurdu. IŞİD ve PYD, SUK içinde yer almadı. Dolayısıyla genellikle “muhalifler” tabiri SUK için kullanılırken rejim dışındaki tüm güçleri kasd etmek için devlet-dışı aktörler tabiri kullanılmaktadır. Bunlar kimi zaman aralarında da çatışmaktadır.
Ağustos 2013’de Şam’da kimyasal silah kullanıldı. Ocak 2014’te Cenevre II görüşmeleri gerçekleşti. Görüşmelerde acil ateşkes ve geçiş hükümeti konuları ön plana çıktı. Ancak bir anlaşmaya varılamadı.
ÇATIŞMALARIN HUKUKİ MAHİYETİ
Şubat 2012’de çatışmaların şiddeti uluslararası mahiyette olmayan silahlı çatışma (non-international armed conflict) düzeyine ulaştı. BM İnsan Hakları Konseyi’nin kurduğu Uluslararası Bağımsız Suriye Soruşturma Komisyonu Suriye’deki durumu ‘savaşın eşiği’ olarak niteledi ve çatışmaların yoğunluk itibarı ile iç savaş olarak nitelenebilecek seviyeye ulaştığını tesbit etti. Kızılhaç Uluslararası Komitesi 16 Temmuz 2012’de buradaki çatışmaları ‘uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışma’, yani bilinen adıyla ‘iç savaş’ olarak niteledi.
İç savaş esnasında ‘uluslararası insancıl hukuk’ (UİH) kuralları uygulama alanı bulacaktır. UİH kurallarının uygulanabilmesi için çatışmanın üç şartı yerine getirmesi gerekmektedir: Süre, yoğunluk ve organizasyon. Süre itibarıyla Suriye’deki çatışmanın, bir veya birkaç defaya mahsus olmayan ve uzun zamandan beri süreklilik arz eden bir nitelikte olduğuna kuşku yoktur. Çatışmalarda ağır silahlar kullanılmaktadır ve bu yoğunluğu göstermektedir. İç savaş nitelemesi, kendilerini muhalif olarak niteleyen güçlerin organizasyon düzeyi itibarıyla Esad güçleri ile çatışırken artık onların karşısında bir taraf olarak kabul edilebilecekleri bir organizasyon seviyesine ulaştıklarını göstermektedir.
UYGULANACAK HUKUK
UİH kuralları içinden üç kategori iç savaşlarda uygulanma alanı kazır. Bunlar:
- 1949 tarihli Cenevre Konvansiyonlarının ortak 3. maddesi,
- 1977 tarihli II. No’lu Protokol ve,
- Uluslararası teamül hukuku kurallarıdır.
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki Suriye 1977 tarihli II. No’lu Protokol’e taraf değildir ve bunun burada uygulanması mümkün değildir. Ortak 3. Madde, özetle, teslim olma, hastalanma, yaralanma ve yakalanma gibi nedenlerle çatışmalarda yer alamayan kişilere her hâlükârda insani muamele yapılacağını hükme bağlamakta özellikle öldürme, gayri insani muamele, işkence, rehin alma, insanlık onuruna uygun olmayan fiiller ve idamları yasaklamaktadır. Benzer düzenlemeler uluslararası teamül hukukunda da mevcuttur. İlaveten teamül hukuku, savaşanlarla savaşmayanlar arasında ayrım yapılması, yani sivillerin hedef alınmaması, ve sadece orantılı güç kullanılması yükümlülükleri içermektedir.
Ayrıca belirtilmelidir ki, uluslararası hukuka göre, Uluslararası Adalet Divanı’nın ifade ettiği gibi, özel bir düzenleme olan UİH kurallarının yanında insan hakları kuralları da çatışma halinde uygulamaya devam edecektir. Her ne kadar bazı insan hakları sözleşmeleri kimi hükümlerinin savaş dönemlerinde uygulanamayabileceğini hükme bağlamaktaysa da, birçoğu bazı hükümlerinin askıya alınamayacağını belirtmekte ve askıya alınması mümkün olanlar için bir prosedüre belirlemektedir. Askıya alınamayacak hükümler arasında yaşama hakkı ve işkence ve kötü muamele yasağı başta gelmektedir.
İHLALLER
Ülkede 200 bin kadar insan iç savaşta hayatını yitirmiştir. Ülke dışına kaçan insan sayısı 3 milyon civarındadır. Yaklaşık 6,5 milyon kişi ülke içinde yerinden edilmiş kişi durumundadır.
İnsan Hakları Konseyi tarafından kurulmuş bulunan dört üyeli Suriye Arap Cumhuriyetinde Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu’nun 12 Şubat 2014 tarihli raporu gerek insancıl hukuk gerekse insan hakları hukuku ihlallerini ayrıntılarıyla belgelemektedir. Nitekim Komisyonun daha önceki raporları da benzer ihlalleri tespit etmiştir.
250 bin kişi kuşatma altında bulunmaktadır. Bunlara karşı bombardıman da yürütülmektedir. Kuşatma altındaki kişilere en temel insani yardımlar ulaşamamaktadır. Bunlar açlıkla ve salgın hastalıklarla karşı karşıyadır. Kuşatma insan hakları ve insancıl hukuk ihlalidir.
Rejim güçleri ve rejim yanlısı milisler, sivillere karşı yaygın saldırılarda bulunmaktadırlar. Öldürme, işkence, tecavüz ve zorla yok etme insanlığa karşı suçlar olarak sistematik bir biçimde uygulanmaktadır. Ağır insan hakları ihlalleri ve savaş suçları da rejim tarafından işlenmektedir.
Hastaneler, insani yardım personeli ve kültürel objeler için tanınmış bulunan özel koruma dikkate alınmamaktadır. Özellikle Halep’te varil bombaları kullanılmakta ve siviller arasında korku (terör) yayılmaktadır. UİH ihlal edilerek lüzumsuz yaralanma ve gereksiz acıya sebep olan yakıcı silahlar kullanılmaktadır.
Ayrım yapmayan ve orantısız bombardıman hükümet kuvvetlerince gerçekleştirilmektedir. Katliamlar yapılmaktadır.
Devlet-dışı aktörlerin de UİH ihlallerinde bulunduğu belgelenmiştir. Bu durumda tüm tarafların ortak 3. maddeyi ihlal ettikleri değerlendirilebilir.
Bu bulgular ışığında Suriye devletinin şu uluslararası insan hakları sözleşmelerini ihlal ettiği öne sürülebilir:
- Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi
- Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi
- Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi
- İşkenceye Karşı Sözleşme
- Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Silahlı Çatışmalarda Çocukların Yer Alması Ek Protokolü
SONUÇ VE ÖNERİLER
Kesin olarak ortaya çıkmıştır ki, Suriye krizinde uluslararası insancıl hukuk ve insan hakları hükümleri ciddi olarak ihlal edilmektedir. Bu ihlaller tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşmekte ve hem tanık ve mağdur ifadeleri ile hem de uluslararası medyaya yansıyan görüntü ve haberlerle belgelenmektedir.
İhlallere bir an önce son verilmesi ve insani yardıma müsaade edilmesi en önemli önceliktir. Özellikle insani yardım ulaştırılması açısından BM Güvenlik Konseyi’ne büyük görev düşmektedir. VII. Bölüm uyarınca alacağı bir kararla Suriye hükümetinin rızası alınmasına ihtiyaç duyulmadan insani yardımlar ulaştırılmalıdır.
Diğer önemli bir konu yerinden edilmiş Suriyelilerdir. Bunların önemli bir bölümü ülke dışına kaçmışlarsa da, ülke içinde yerinden edilmiş çok ciddi bir nüfus da bulunmaktadır. BM’nin ilan edeceği güvenli bölgelerde ülke içinde bu nüfusun insani yardıma kavuşturulması mümkün olabilir. Bu tür güvenli bölgelerin ilanı ülke dışına kaçmak zorunda kalan ve komşu ülkelerde ciddi sorunlara yol açan mültecilerin dönüşüne de yardımcı olacaktır.
Çok önemli bir konu da, uluslararası hukuku ihlal etmiş bulunan kişilerle ilgilidir. Bunlar kişisel cezai sorumluluklarından dolayı yargılanmalıdır. Bu çok ağır suçların cezasız kalması çok büyük bir adaletsizliğe yol açabileceği gibi gelecekte benzer suçların işlenmesi bakımından özendirici de olacaktır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi, Suriye krizi esnasında işlenen suçları yargılamada önemli bir merci olarak görülse de Suriye’nin Roma Statüsü’ne taraf olmaması mahkemenin otomatik yargı yetkisini engellemektedir. BM Güvenlik Konseyi aracılığıyla ihlalleri gerçekleştirenlerin mahkemeye sevki gereklidir.
Netice itibarıyla BM sistemi Suriye’de bir kez daha başarısız olmuş ve ona kalan güven yitirilmiştir. Yeni bir sisteme olan ihtiyaç çok daha belirgin hale gelmiştir.
*Avrasya Hukuk Kurultayı Tebliğler Kitabı; s.276 (3-7 Eylül 2014, Saraybosna)