Raportör
İsmail Cengiz
Yrd. Doç. Abdurrahman Savaş
Günümüzde bizim tarihi, kültürel adıyla “Doğu Türkistan” olarak tanıdığımız “Uygur
Özerk Bölgesi” olarak adlandırılan bölgenin hukuki durumu hakkında olsun, iddia edilen
insan hakları ihlalleri ile ilgili olsun, genel anlamda net bir bilgi vermemiz, paylaşmamız
mümkün değil. Bu durumun sadece bölgeye has değil, bütün “Kıt’a Cin” için geçerli olduğunu
da vurgulamak gerekir.
Türkiye’den toprak genişliği bakımından 10 kat, nüfus acısından ise 20 kat büyük olan
devasa ülkede yazılı, sesli ve görsel bütün basın-yayın araçlarının tamamen “tek parti
kontrolünde” olduğunu bilmemiz lazım… Bu bakımdan Hong Kong, Makao ve Tayvan dışındaki
Cin Halk Cumhuriyeti sınırları içinde istediğiniz gibi program, gösteri yürüyüşü,
toplantı yapamaz, istediğiniz anda akademik bir etkinlik düzenleyemezsiniz. Parti’nin
istemediği hiç bir haber, yazı veya programın medyada yayınlanması mümkün değildir.
Aksi durumda taraflar oldukça ağır cezalara muhatap olurlar. Gerçi bu durum sadece Cin
için geçerli değildir, birçok ülkede hatta bazı Türk Cumhuriyetleri’nde dahi yazılı, sözlü,
görüntülü ve sanal medyaya yönelik oto-kontrol sisteminin var olduğunu da hatırlamak
lazım.
Cezalardan, cezalandırma gerekçelerinden yüzlerce örnek verebiliriz ki, bunlara yönelik
insan hakları ihlalleri ile gerçekler delilleriyle yıllık insan hakları raporlarında yazılıdır.
Cin’den; Facebook, YouTube, Twitter’a girmek yasak. “Google Türkiye” açılmıyor ancak
Google Hong Kong üzerinden arama yapılabiliyor. Ondan da gelen sonuçlar sansürlü…
Cin’le ilgili olumsuz haberler ya da bilgiler içeren sonuçlar gösterilmiyor. Bu durumun
bir kaç Türk Cumhuriyeti’nde de geçerli olduğunu belirtmekte fayda var. Devletin güvenliği,
ülkenin çıkarları söz konusu olduğunda Türkiye’nin dahi Twit, Face, Youtube’leri
yasaklayabildiğini unutmamak gerekir. Dolayısıyla Cin, dünyada twit’i yasaklayan tek
ülke olma özelliğini Türkiye’nin de yasaklama kararı ile kaybetmiştir.
Ancak Cinli öğrencilerin, gençlerin bu yasaklara çok fazla aldırış etmedikleri görülüyor.
Çünkü, DNS ayarları değiştirilerek ya da yurtdışı proxy’ler üzerinden bu sitelere girilebiliyorlar.
Ancak yasaklı sitelere girildiği, rejim karşıtı yazışmaların yapıldığı tespit edildiğinde
ağır cezaların verildiğini söylemek gerekir. Özetle ifade etmek gerekirse bir çok
ülkede görüldüğü üzere, Cin Halk Cumhuriyeti’nde basın-yayın hayatını KAPALI DEVRE
YAŞAM olarak tanımlamak mümkün…
İktidar aleyhine kitap yazdığı iddiasıyla gazetecinin tutuklandığı “Türkiye örneği” ortada
iken Cin’i bu noktada tek başına suçlamanın haksızlık olacağını düşünüyorum. Nitekim
“en çok gazetecinin tutuklandığı, gözaltına alındığı, sansürün ve baskının uygulandığı
ülkeler sıralamasında Türk Cumhuriyetleri ilk sıralarda yer almaktadır”. Ancak bazı ülkelerde
gazetecilere yönelik hak-hukuk ihlallerinin var olması da Cin için bahane teşkil
etmemesi gerektiğini düşünüyorum.
Cin Halk Cumhuriyeti ile ilgili genel anlamda ortaya koyduğumuz bu manzaranın, Doğu
Türkistan Uygur Özerk Bölgesi’nin hukuki durumunu daha net bir şekilde görmemize,
meydana gelen insan hakları ihlallerini daha net şekilde analiz etmemize yardımcı olacağını
düşünüyorum.
Ayrıca bölgenin hukuki durumunu ve meydana gelen olayları daha iyi anlamamız için,
öncelikle CHP’nin azınlık politikasının zihni temellerini ortaya koymakta fayda var. Nitekim
asıl sorun da; Konfüçyuzm’ün beslediği geleneksel “dünyanın merkezi Cin’dir” görüsünden
kaynaklanmaktadır. Cin, kendisini dünyanın ortasındaki çiçek, medeniyetin
merkezi olarak görmekte; etraftaki komşuları ve toprakları ise “yabani otlar/barbarlar
diyarı” olarak kabul etmektedirler. Dünyanın geri kalan kısmını ise “batı deryası” olarak
kabul eden “Cin merkezci” bu düşünce tarzına göre; Cin’in idaresi altına girmeyi kabul
edenler veya Cin kültürünü benimseyenler ya da Cin menfaatleri doğrultusunda siyaset
güdenler barbarlıktan kurtulma(!) şansını bulabilirlerdi. İşte bu felsefi bakışın tesiri günümüzde farklı şekillerde hissedilmekte veya kendini göstermektedir.. Tıpkı batı diyarında
yer alan Doğu Türkistan’ın 1757’den, “yeni bölge” itibaren ele geçirilmesi için caba
gösterilmesi, bölge adının “yeni sınır” anlamına gelen Sinkiang=Xinjiang olarak değiştirilmesi
gibi davranış ve söylemler, Cin’in milliyetler meselesine bakışını net bir şekilde
ortaya koymaktadır
İşte bu düşünce ve yaklaşım tarzı, bölgede eşitsizlik, adaletsizlik, hak ihlalleri, yargısız
infazlar, sorgusuz gözaltına almalar, keyfi tutuklamaların yoğun şekilde yaşanmasına neden
olmakta, bunlar da halkın direnişine, direniş de devletin yoğun baskı göstermesine
neden olmaktadır.
Çinlilerin Azınlıklara Bakışı
Cin yönetimi; 12’si merkezde olmak üzere azınlıklar ve milliyetler ile ilgili araştırmalar
yapmak üzere sahip olduğu 40’ın üzerinde enstitü ve araştırma merkezleri vasıtasıyla, gerek azınlıklar üzerindeki hakimiyetini, gerekse Kore, Tayvan ve Dış Moğolistan gibi
ülkeler üzerindeki iddialarını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Buna göre; Cin toprakları
ya da “anavatanın ayrılmaz parçaları” olarak görülen coğrafya üzerinde, tarihin herhangi
bir devrinde yaşamış, devlet kurmuş olan özgür topluluklar Cin halkına mensup olarak
kabul edilmektedir (Çeşitli Cin yazılı kaynakları)
Halklar Arasında Eşitsizlikler
Doğu Türkistan Komünist Parti Propaganda Bürosu’nun 1985 yılında Honkong’da dağıttığı
bir broşürde; 13. Parti Kurultayı’ndan sonra 30-40 bin kadar öğrencinin dış ülkelere
gönderilip öğrenim görmelerinin sağlandığı belirtilmektedir. Ama bu on binlerce öğrenci
içinde Doğu Türkistanlı öğrenci sayısı sadece 15 veya 20 kadardır. Sadece bu rakamlar
bile Cin’in milliyetler siyasetinin ne kadar doğru söylemediğinin ispatı değil midir?
Yine çoğunluğunu Uygur Türklerinin teşkil ettiği Doğu Türkistan’daki “Şincan Üniversitesi”
nde mecburi öğrenim dilinin “Cince” olması, “milliyetler siyaseti”nin nasıl uygulandığının
acı göstergesidir.
65 yıllık komünist yönetim döneminde yurt dışına gönderilen öğrenci sayısı içinde Türker’in
oranı % 1 dahi değildir. Bu da “milliyetler politikası”nın esasını oluşturan azınlıkları
Cin boyunduruğundan kurtarma vaadi’nin gerçeği yansıtmadığını gösterir. Nitekim Cin
yönetimi Can Kay Şek’ten bu yana, Cin’deki bütün azınlıkları, Cin ırkının birer parçası
olarak gören bir zihniyetle konuya yaklaşmaktadır. “Az Sanlık Milletler” yani “Azınlık
Halklar”ın sadece anavatana yani Pekin’e bağlı özgürce yaşama hakkına sahiptirler. Dolayısıyla
kültür ve dil olarak farklılaşan bu halkların “anavatan’dan ayrılma” gibi haklarından
söz etmek doğru değildir, bölücülük olarak, terörizm olarak algılanmaktadır.
Buradan anlaşılacağı üzere, CKP’ye göre özgürlük anlayışı, Cin’in bütünlüğü içinde değerlendirilmektedir.
Bu değerlendirme, daha sonraki yıllarda da devam etmiş ve hatta
Anayasa’nın değişmezleri arasına girmiştir.
Özerk Bölge Yönetim Tarzı
Özerk bölge Yönetimleri ile ilgili yasalara baktığınızda her şeyin uluslararası normlara
uygun olduğu görülmekle birlikte, uygulamada bunun gerçekleşmediği görülmekte ve
iddia edilmektedir.
Cin Halk Cumhuriyeti oluşturulurken ilke olarak otonom bölgelerinin azınlık milliyetlerinden
oluşması fikri benimsenmiş ve uygulamaya konulmuştur. Ancak azınlıklara ait
olması gereken özerk bölge yönetimlerinde “ağabey millet” olarak Han Cinlilerinin görev
alması gerektiği de özellikle ifade edilmiş ve uygulamaya konulmuştur.
Özerk yönetimlerde esas yetki ve onay makamı; özerk yönetimin başına getirilen “milli
azınlık mensubu”nda değil, bölge Komünist Partisi – KP genel sekreterindedir.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Özerk bölgelerde yaşayan Han Cinlisi’ne “bölgesel
otonomi” hakkı verilmemiş olmasıdır. Bu önemli nokta dahi, CKP’nin azınlık meselesine
verdiği değeri göstermektedir.
“…Ayrıca otonom bölgelerin milli kadrolarını yetiştirmek, ekonomilerini geliştirmek, milli
kültür, eğitim, sanat, sağlık alanlarında serbest hareket etmek, yerel milis güçleri ve
kamu güvenliği için düzenlemeler yapmak hakkı vardı. Fakat Cinli olmayan bu azınlıklara
“anavatan Cin’i sevmeleri ve desteklemeleri zorla isteniyordu. Özerk bölge yöneticilerinin
kendi bağımsız hukuk sistemlerini meydana getirme hakları da vardı, ancak Merkezi
Hükûmet tarafından onaylanmak şartıyla… aynı derecede önemli bir nokta da, bu
özerklik programının değiştirilmesi, yorumu sadece ve sadece Pekin’deki Merkezi Halk
Hükümeti’nin yetkisinde olmasıydı. (*) (Holubnychy, a.g.m. s.98-99)
Bu milliyetler politikası sonucunda Merkezi Hükümet’in azınlıklar üstündeki kontrolü
artmıştır. Sınırların ve bölgelerin askeri denetimi, dış ticaretin düzenlenmesi, özerk
bölgelerdeki başlıca yatırımların değer ve miktarlarının tayin edilmesi ve endüstriyel
ve tarımsal fiyatların saptanması hep Merkezi Devlet’in yetki alanları içine girmiştir.(*)
M.Onal, a.g.t. s.93
Merkezi Hükümet’e bağımlı özerk yönetim yetmiyormuş gibi, CKP’ye sadık askeri ve
siyasi yönetim kadrosunun otoritesi altında özerk yönetimde yetkilerin Han Cinlisinin
kontrolünde olması; beraberinde kömürleşme ve asimile siyasetini gündeme taşımıştır.
Netice olarak şunu söylemek gerekir: Aslında kendisi çok milletli bir devlet olan Cin yönetiminin,
Han soyundan olmayan milletlere karşı “fiziki yönden baskıcı” siyaset uyguladığı
görülmektedir. “Milliyetlerin Eşitliği İlkesi” adı altında, Cin soyundan olmayan milletlerin
Çinlileştirilmesinin veya Cinlilerle birlikte, Cin kültürüyle iç içe yaşamalarının
planlandığı yönünde genel kanaat vardır.
“Cin Devleti’nin nihai hedefi, azınlıkları Han milletinin emrine amade kılmaktır. Zira,
“göğün altındaki her şey bir”, yani “Hen Cinlisi” olmalıdır. Hen Cinlisi olmayan halklar
ve Mançular veya Moğollar gibi asimile olup “ağabey Hen halkının şefkatli gölgesinde
huzura kavuşacaklar”, ya da Doğu Türkistanlılar veya Tibetliler gibi “tarih öncesinden
kalma, ilkel” kültür ve inanışlarında ısrar ederek, “kendi felaketlerine koşacaklar”. Azınlıkların
ulusal kültür ve dini değerlerin yaşatılması taleplerine Cin tarafının sunduğu çözüm,
“sosyalist anavatanda uyumlu toplum”, yani Çinlileştirme konseptidir”. (G. Ahmetcan
Asena, Cin-Doğu Türkistan (İpek Yolu-I), Pan Yayıncılık Nisan 2009, İstanbul, Sh. 441)
Ekonomik Farklılıklar ve Dengesizlikler
1980-1990 döneminde bütün Cin genelinde gerçekleştirilen “ekonomik reformlar ve teşvikler”
den ülkenin kıyı bölgeleri ile Han Milliyetine mensup Komünist Partisi üyeleri yararlanmış,
Cin’in iç kesimleri ve özellikle de “azınlık” olarak nitelendirilen Cinli olmayan
halkların ve bunların yaşadıkları Doğu Türkistan, Tibet, İç Moğolistan, Mançu’ya gibi
bölgelerin de geri kalmasına adeta göz yumulmuştur. Gerçekten de ekonomik verilere,
rakamlara, istatistiklere bakıldığında bölgeler arasında aynı zamanda halklar arasında
ciddi uçurumların olduğu, özerk bölgelerin ekonomik durumlarının kıyı bölgelere nazaran
hiç de iç acıcı olmadığı görülecektir.
Nitekim; 1995-96 yılında CHC Sosyal Bilimler Akademisi tarafından yayımlanan ülke raporunda,
Hanlılar ile milli azınlık olarak telaffuz edilen Uygur, Kazak, Kırgız ve Özbeklerin
ilişkilerinde var olan hoşnutsuzlukların kaynağı olarak doğu ile batı bölgeleri arasındaki
ekonomik farklılık ve dengesizlikler olduğu özellikle ifade edilmektedir. * “(CHC
1995-1996 Yılı Ülke Raporu : Beyaz Kitap”, Cin Sosyal Bilimler Akademisi 1997 Pekin)
Bu tespit doğru olmakla birlikte, en önemli etkenin kültürel ve inanç farklılıkları olduğu
gerçeği göz ardı edilmemelidir. Aksi takdirde milliyetler sorununa çözüm üretmek mümkün
olmayacaktır.
Etnik sorunların sıkıntılı şekilde gündemde yer almasının bir başka sebebi ise, bölgesel
zengin kaynakların sürekli olarak Cin’in iç ve kıyı kesimlerine taşınması, bunun karşılığında
ise yeterli mali desteğin ya da reformların olmamasıdır. Zengin kaynakların fütursuzca
vagonlarca taşınıyor olması, bölgenin asıl sahiplerince “sömürü” olarak nitelendirilmekte,
bölgeye ve bölge insanına mecburi ham madde tedarikçisi gözüyle bakılması
etnik rahatsızlığın esas kaynağını oluşturmaktadır. Pekin’in yapmakta olduğu yanlışın, benzerini Sovyetler Birliği döneminde Moskova yönetiminin yaptığı, bu hatanın neticesinde
birliğin dağılma noktasına taşındığı örneği bence dikkate alınmalıdır.
Pekin yönetimi de bu sorunun farkındadır. Ancak yaklaşımı yanlıştır. Çünkü bölge kaynaklarının
kıyı bölgelerine taşınma olayını normal ve rutin bir nakliye işi gözüyle değerlendirmektedir.
Bölge yöneticileri ise, Pekin yönetiminin aksine, bölgeden hammadde
kaynaklarının taşınması hadisesini normal ve tabii bir hakmış gibi karşılamaktadırlar.
Nitekim; Mayıs 1990’da Urumci Televizyonu’nda, 1990 Kaşgar Olaylarıyla ilgili yapılan bir
programda; “…etnik gerginliğin bir nedeninin de “kaynak sorunu” olduğunu…” vurgulamıştır.
Programda, “…kaynakların devlet ve tüm ülkedeki halkın olduğu, sadece belli bir
bölge veya belli bir milliyete ait olmadığı” ifade edilerek, “1953-1988 yılları arasında Doğu
Türkistan’daki yeni yatırımlar için Pekin’in tam olarak 24,6 milyar yuan mali yardımda
bulunduğu…” söylenmiştir. (*) (Gaye Christoffersen, “Xinjiang and the Great Islamic Circle:
Exploit Xinjiang’s Resources to Benefit the People of All Nationalities” sh.138; Urumci
Xinjiang TV Network, 22 May 1990)
Pekin yönetiminin yaklaşımında, Doğu Türkistan halkının beklentilerinin çok dikkate
alınmadığı, göz ardı edildiği görülmektedir. 1953-1988 yılları arasında Pekin yönetiminin
bölgeye verdiği 24,6 milyar Yuan tutarındaki yardım/ların bir ianeymiş gibi ifade edilmesinin
etnik hoşnutsuzluğa neden olduğu bilinmelidir. Çünkü bölge halkı, yapıldığı iddia
edilen mali yardımların kendilerine yansımadığı çok iyi bilmektedirler.
Yapıldığı belirtilen yatırımların, bölge halkının kalkınmasından ziyade Pekin yönetiminin
siyasi ve askeri menfaatleri için harcandığı ve harcanmakta olduğu bilinen bir gerçektir.
Ayrıca bölgeden sevk edilen petrol, doğalgaz, kömür, altın gibi hammadde kaynaklarının
maddi değerini rakamla ifade etmek gerekirse, yapıldığı söylenen 24,6 milyar Yuan’ın
çok fazla değer ifade etmediği açıkça görülecektir.
Nitekim bölge halkı da, Doğu Türkistan’dan kıyı bölgelerine taşınan zengin kaynakların
satışından elde edilen gelirin karşılığının yeterli derecede verilmediğinin bilincinde
olarak hoşnutsuzluklarını değişik yöntemlerle ifade etmektedirler. Bölgeden sevk edilen
petrol, kömür ve altın gibi üç dört kalemin toplam bedelini hesapladığımızda herhalde
100 milyar Yuan’ın üzerinde olduğu açıkça görülecektir. Dolayısıyla “kaynak sorunu” doğru bir teşhis olmakla birlikte, yanlış olan sömürü düzeninin
devam etmesi, kaynakların satışından elde edilen gelirin çok az bir kısmının tekrar
bölgeye yatırım olarak geri dönmesidir.
Bölgenin kalkınmasından ziyade, iç koloni olarak bölgenin sömürülmesi anlayışı belirgin
şekilde kendini göstermektedir ki, bu da etnik hoşnutsuzluğu tahrik etmektedir.
Sosyal Rahatlama Sağlanmalı
Ekonomik ve sosyal dengesizliklerin, farklılıkların düzeltilmesi, soruna ancak geçici çözüm
olacaktır. Aynı şekilde “sut veren inek” anlayışından vazgeçilerek, bölgenin kalkınmasına,
kendi ayakları üzerinde durabilmesine imkan sağlayacak yatırımlara hız verilmelidir.
Cin’in iç bölgeleri ile Doğu Türkistan bölgesinde, hatta Doğu Türkistan’ın kuzeyi ile güneyi
arasındaki ekonomik ve sosyal yapılardaki eşitsizlik ve dengesizliğin çözüme kavuşturulması,
en azından sosyal rahatlamayı beraberinde getirecektir.
Sosyal rahatlamanın olduğu bölgelerde ise kültür ve eğitim kurumlarında gözle görülür
bir ilerleme olacak, bu da bölgeye huzur ve istikrar kazandıracaktır. İstikrarlı büyüme,
adil paylaşım ve huzurlu yaşam ise beraberinde farklılıkların aynı bahçede –en azından
uzun bir sure– beslenmesini sağlayacaktır.
Çin’in Baskıcı Dayatmaları
Bölgedeki olayların, isyanların, devlet terörünün periyodik hale gelmesinin tek sebebi;
bazı komünist yöneticilerin, az sayıdaki yerel yöneticilerin hemen her alanda keyfi ve
diktatorvari uygulamalarla devlet eliyle talepleri ve ihtiyaçları görmezden gelen “sömürge
siyaseti”nin uygulanmasıdır.
Aslında bu noktada dikkatli bir değerlendirme yapmak gerekirse “sorun” ve “çözümü bir
arada görmek mümkündür. Koklu bir geçmişe sahip Cin medeniyetinin ve siyasetinin dışlayıcı
değil, -hiç de zor olmayan- daha hoşgörülü bir yaklaşım sergilemesi durumunda kendiliğinden
bir çok sorunun da çözüme kavuşacağı veya kavuşturulacağı aşikardır.
Ne var ki, Cin yönetimi, bölgenin asli unsuru olan Uygurlara ve diğer Müslüman Türklere
(Kazaklar’a, Kırgızlar’a, Özbeklere, Tatarlar’a) katı ve acımasız sert tutumunu ısrarla
sürdürmektedir. Cinli olmayan nüfusu asimile etmeyi hedefleyen Pekin yönetiminin; bölgeye planlı Cinli göçünü teşvik etmekte olduğu, dini ve milli kimliklere, inançlara yönelik
yasak ve kısıtlamalar uyguladığı mecburi kürtaj, kısırlaştırma, organ ticareti gibi gayri
insani cabalar sergilendiği iddia edilmekte; adeta Müslüman Türklere hayat hakkı tanınmadığı
diasporadaki Doğu Türkistan örgütleri tarafından ifade edilmektedir:
- Bölgenin zengin kaynakları bölgeye planlı olarak sevk edilen Cinli göçmenler tarafından
paylaşılmakta ve zenginlikler tren vagonlarıyla Cin’in iç kısımlarına taşınmaktadır…
Bu zenginliklerden ülkenin asıl sahipleri mahrum bırakılmakta; hatta özellikle Cin’in iç
kesimlerde ikinci sınıf insan muamelesine tabi tutulmaktadır…
- Bölgede içki, fuhuş ve uyuşturucu özendirilerek Han olmayan gençlerin kotu yola düşmesi
adeta teşvik edilmektedir…
- İnançları gereği ibadetlerini yerine getirmelerine, kendi geleneksel kültürlerini yaşamalarına
her turlu engeller konulmaktadır…
- Kendi dilleri ile eğitim ve öğrenim görme hakları kısıtlanmaktadır…
- Özellikle kırsal kesimlerde mecburi kürtaj ve zaman zaman da dolaylı ilaçlarla erkek ve
kadınlara kısırlaştırma uygulandığı iddiaları söz konusudur.
- Çocuklar, özellikle kız çocukları kişisel gelişim kursları adı altında ailelerinden alınarak
iyi para kazandırma vaadi ile Cin’in içlerine götürülmektedir.
- İnsani ve demokratik taleplerde bulunan aydınlar, İlham Tohti örneğinde olduğu gibi
yargısız infaza tabi tutulmaktadır…
- Kimsesiz vatandaşların, idam edilenlerin veya kamplarda ya da hapishanelerde ölenlerin
bir çoğunun cesetleri ailelerine teslim edilmemekte veya göz, kalp, böbrek gibi organları
ailelerinden izinsiz organ mafyasına satılmaktadır…
Hayat hakkını zorlaştıran bu dayatmalar ile eşitsizlik ve adaletsizliklerden oluşan “ayrımcılık
politikası” bölgede sürekli gerilimin artmasına neden olmaktadır. Ekonomiden
siyasete, ticaretten bürokrasiye kadar her alanda dışlanmış olmanın yansıra dini ve milli
kimliklere yönelik yasak ve kısıtlamalar da masum bölge halkını isyana, direnişe teşvik
etmektedir. Baskıcı ve keyfi yönetime karşı dış mihrakların da teşviki ile ortaya çıkan 5Temmuz Urumci, 1990 Barın, 1997 Gulca olaylarında olduğu gibi yüzlerce masum insan,
yüzlerce aile zarar görmekte, eziyet çekmekte, yargısız infaza tabi tutulmaktadır.
Doğu Türkistan’ın Temel Sorunları
Doğu Türkistan’ın temel sorunlarına bakıldığında bir çoğunun aslında “küresel sorun”
oldukları görülecektir
- a) Planlı Cinli Göçmen Akımı,
- b) Nükleer / Kimyasal Denemeler ve Çevre Kirliliği
- c) Doğum Yasağı,
- d) Mecburi Kürtaj ve Kısırlaştırma,
- e) Yargısız İnfazlar,
- f) İzinsiz Organ Alımı ve Ticareti,
- g) Uyuşturucu ve İçki Kullanımı ve Teşviki
- h) Eşitsizlik ve Adaletsizlikler,
- i) Irk Ayrımcılığı
- j) Dini baskılar ve İnançlara getirilen kısıtlama ve yasaklar
Cin dışındaki diğer ülkelerde de görülen bu temel sorunların halledilmesi noktasında
Pekin’in özellikle uluslararası dayanışma içinde olması Doğu Türkistanlı yöneticilerin
beklentisidir. BM İlkeleri, İnsan Hakları Beyannamesi, AGİT ve AB ve benzeri uluslararası
sözleşmelere gösterilecek saygılı yaklaşımın, sorunların çözümünü kolaylaştıracağı
kanaatindeyiz.
Çözüm Önerileri ve Halkın Talepleri
Kaynaklardan da görüleceği üzere Doğu Türkistan’da “milliyetler sorunu” tamimiyle
sun’i bir sorundur. Her biri ayrı bir millet olarak gösterilen Uygurlar, Kazaklar, Özbekler
- bir milletin parçalarıdır. Dolayısıyla bir bütün olan Doğu Türkistan topraklarını “eyalet”,
“otonom bölge”, “muhtar bölge” olarak parçalamak haksız bir durumdur ve Cin’in
sömürge ve soykırım amacının eseri olarak yorumlanmaktadır.
Dolayısıyla Doğu Türkistan/Uygur Özerk Bölgesi içinde kurulan tüm “muhtar bölgeler”,
milli azınlık halkının siyasi, ekonomik, kültürel hakları göz önünde bulundurularak yeniden
değerlendirilmeli ve tüm yetkiler de özerk bölge başkanın da toplanmalıdır.
Cin nüfusu içinde azınlık olarak kabul edilen Doğu Türkistan halkının uluslararası acıdan
kabul gören “azınlık ve etnik hakları” verilmeli ve uygulanmalıdır. “Milliyetlerin Eşitliği
İlkesi” uygulanmalı, devlet organlarında, kamu işletmelerinde öncelik hakkı Uygurlar’a,
Kazaklar’a verilmelidir. Bölgede tüm kamu iş yerlerinde işe girişlerde milli azınlık
mensuplarına öncelik tanınmalıdır.
Seyahat özgürlüğündeki iş yeri izni, pasaport ve vize gibi kısıtlamaların kaldırılarak, milli
azınlıklara öncelik tanınmalıdır.
Temel dini ihtiyaçların karşılanması için uygun ortamların oluşmasına izin ve imkan verilmeli;
imkanı olanların Hac ve Umre gibi dini görevlerini yerine getirmeleri için kolaylık
sağlanmalıdır.
Uluslararası insan hakları örgütlerinin gözlemci olarak mahkemeleri izlemeleri sağlanmalı,
gözaltı suresine kısıtlama getirilmeli, 18 yaşından küçük, 65 yaşından büyük düşünce
suçluları serbest bırakılmalı veya evlerinde cezalarını çekmeleri sağlanmalıdır.
Yurt dışına gönderilecek Han (Cinli) olmayan (tüm Cin’e göre) azınlığa mensup Uygur,
Kazak asıllı öğrenci sayısı artırılmalı, öncelik tanınmalıdır. Başarılı öğrencilerin devlet
burslusu olarak yurt dışında üniversite eğitim görmeleri sağlanmalıdır. Ailelerin kendi
imkanlarıyla çocuklarını yurt dışında okutmalarına imkan tanınmalıdır.
Üniversitede temel öğrenim dili Çince’nin yansıra Uygur Türkçesi ile de olmalıdır. Azınlık
dillerinde eğitim yapan bolümler açmadılar. İlkokul, ortaokul ve liselerde eğitim dili
Çince’nin yansıra Uygurca, Kazakça ve Kırgızca olmalıdır.
Uygurların çoğunlukta olduğu Doğu Türkistan’da sonradan yerleşen az sayıdaki Moğollar,
Tunganlar (Cinli Müslümanlar) ve Cinliler için ayrı bölgeler, ayrı imtiyazlar verilmesi;
sun’i olarak yaratılan milliyetler sorunu ile bölgenin asıl sahiplerinin tarihi, kültürel, coğrafi
haklarının ellerinden alınması, uluslararası hukukun çiğnenmesi demektir. Bölgenin
asıl sahibi olan halkın mağdur edilmesine sebep olan Cinli göçmen akımının durdurulması
sağlanmalıdır. Bu arada şunu da belirtelim ki, Doğu Türkistan’ı kendisine vatan
kabul eden 1949 öncesi bu topraklarda ikamet eden Han Cinlilerin aileleriyle birlikte ve
uyum içinde yaşadığımızı itiraf etmeliyiz. Cin yönetimi gerçekte Doğu Türkistan’a yardımcı olmak istiyorsa, gerçekten var olduğu
iddia edilen “milliyetler sorunu”na çözüm getirmek istiyorsa, komünist parti kongrelerinde
de kabul edildiği üzere bölge halkına “kendi kaderini belirleme” ve “kendi kendini
yönetme” hakkını resmen tanımalıdır. İşte bu hakkın uygulanması, milliyetler sorununu
kökünden çözecektir…
(Linda Benson, “The İli Rebellion”, An East Gate Book, USA 1990 s.)
Aslında Cin Halk Cumhuriyeti Anayasası ile Özerk Bölge Yasaları’na bakıldığında; tüm
temel hak ve hürriyetlerin yer aldığını, dolayısıyla günümüzde var olan eşitsizlik, adaletsizlik,
hak ihlalleri, kendi dilini, kültürünü, geleneksel hayatını koruma ve yaşama
gibi sorunların olmaması gerektiği görülecektir. Konuya bu acıdan bakıldığında mevcut
sorunların çözümünün zor olmayacağını söylemek mümkündür. Burada en önemli olan
nokta, “sorunlara insani acıdan yaklaşmak”tır. Bu insani yaklaşım ve bakış, halklar arasında
huzursuzluğa neden olan birçok sorunu kendiliğinden çözecek, en azından problemlere
anlayışla yaklaşımı sağlayacaktır.
Doğu Türkistan Çalışma Gurubunda Ulaşılan Diğer Sonuçlar
1- Soykırımın önlenmesi için çalışmalar yapılmalı
2- Cin ticari partner olduğu için ilişkiler tamamen kesilmemeli. Aksi durumda zararı yine
en çok Uygurlar çeker.
3- Uygurların sorunları barışçı bir dil kullanılarak dünyaya duyurulmalı.
4- Cin’deki sadece Uygurlar ile ilgili değil, Cinlilerin de dahil olmak üzere tüm insan hakları
ihlalleri ile ilgilenilmeli.
5- Objektif bir tespit ile konuya yaklaşılmalı, Uygurların sorunları ile ayrıca ilgilenilmeli
6- Bir milyar insan açlık sınırında yaşıyor ve fabrikalarda çok kotu şartlarda çalışıyorlar.
Bu sorun incelenmeli.
7- Kerem Abdulveli gibi ayrılıkçı söylemlerde bulunmayan kişiler için ne yapılabilir, düşünülmeli.
8- Kerem Abdulveli 2003’de cezası bitmesine rağmen hala cezaevinde. Bu sorun gündeme
getirilmeli.
9- Cin anayasasına ve azınlıklar konusunda çıkarılan kanunlara uyulması hususu gündemde
tutulmalı
10- Uygur ile ilgili çalışmalar yapılırken yerli halk olan Uygurların tercihi göz önünde
tutulmalı
11- Katı bir şekilde uygulanan doğum yasağına dikkat çekilmeli
12- Özellikle kırsal kesimdeki Uygur kızlarının uzak bölgelerdeki işlere zorla yollanması
uygulaması üzerinde önemle durulmalı.
13- İletişim özgürlüğü yok, bu sorun üzerinde de durulmalı.
14- Çocuk kaçırma vakaları çok. Kayıp çocuk vakaları üzerinde durulmalı, mümkünse
bunların tespiti yapılıp takibi devam ettirilmeli.
15- Cin’deki basın özgürlüğü önündeki engeller üzerinde dikkat çekilmeli.
16- Dünya’daki konu ile ilgilenen diğer sivil toplum kuruluşları ile iletişim kurularak gerekirse
koordineli bir şekilde çalışmalar yapılmalı.
Çözüm İçin Diyalog Ortamı Oluşturulmalı
Çözüm için öncelikle, bölgedeki mevcut tüm insani sorunların tartışılabileceği ve çözüm
üretilebilecek sağlıklı ve iyi niyete dayalı bir diyalog ortamının oluşturulması gerekmektedir.
Stratejilerin de ifadesiyle “bu sorunun bölgesel ve küresel olarak sağlıklı bir şekilde
yeni baştan analiz edilmesine” ve uzun vadeli strateji geliştirilmesine ihtiyaç vardır.
Vakit çok geç olmaksızın tüm argümanların değerlendirildiği yeni bir stratejinin oluşturulması,
yeni bir yol haritasının çizilmesi için tarafların; dini ve milli kimliklerin korunması,
insani ihtiyaçların, insani taleplerin ve temel hakların karşılanması noktasında bir
masa etrafında buluşmaları bir zorunluluk halini almaktadır.
Netice olarak kalın çizgilerle belirtmek gerekirse;
- Pekin Yönetimi; insanların doğdukları topraklarda, huzur içinde, özgürce yaşamaları
gibi masumane talepleri “suç” olarak görme zihniyetinden vazgeçmek durumundadırlar.
İnsanların kendi milli kimliklerini koruyarak yaşama isteklerine saygı gösterilmelidir.
Kendi dini inançlarını yaşama haklarına saygı gösterilmelidir.
- Pekin Yönetimi; yüzyıllardır bu topraklarda yaşam surmuş olan atalarından miras
kalan bu vatan üzerinde insanların İNSANCA yaşama taleplerinin “ayrılıkçı unsur”,
“terörist” gibi suçlamalarla yargısız infaza tabi tutulmaları gibi yanlış siyasetten vazgeçmelidir.
- Pekin Yönetimi; bütün insanların eşit haklara sahip olduğu prensibinden hareket
ederek, kendinden olmayan halklara adil bir yaklaşım sergilemeli, en azından ekonomik,
eğitim ve kültürel hakların uygulanmasında Cinli olmayan halklara –çoğunluk
ve toplu olarak yaşadıkları bölgelerde- öncelik tanımalıdır.
- İnsanların; birlikte, barış ve huzur içinde, birbirlerinin örf ve adetlerine, değerlerine,
inançlarına, dini tercihlerine saygı göstererek, eşit ve adil şekilde yaşamaları için
birbirlerini öldürmelerine gerek var mı?
Doğu Türkistan Çalıştayı Katılımcıları
- Prof. Dr. İlyas Doğan (YOK Denetleme Kurulu Bşk.)
- Prof. Dr. Yusuf Şevki Hakyemez (Anayasa Hukukçuları Derneği Bşk.)
- Hakim Nihat Altun Türkiye Adalet Akademisi Bşk.Yrd)
- Yuk. Hakim Mehmet Akif Aydın (Adalet Akademisi Bşk. Yrd.)
- Av. Necati Ceylan (Uluslararası Hukukçular Birliği Gen. Sek)
- Doc. Dr. Abdurrahman Savaş (İst. Univ. Hukuk Fak. Öğretim Üyesi)
- Av. Osman Baturhan (Yeşilay Gen. Bşk. Yrd.)
- Doç. Dr. Yusuf Adıgüzel (İst. Univ. Sosyoloji Bolumu)
- Süleyman Arslan (Hukukun Üstünlüğü Derneği Bşk.)
- Av. Işıl Eren Alioğlu
- Av. Mustafa Yavuz (Nevşehir)
- Av Mücahit Dağdelenoğlu (Kastamonu)
- Av Bedrettin İskender
- Av Suat Uçarlı
- Av. Bülent Döğer
- Mahmut Sait Arslan (Sivil Yaşam Der Gen. Sek)